Emek Öykü Kaya
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Bizimkiler Ama Bizden Değil

Bizimkiler Ama Bizden Değil

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bir çocuğun ilk aynası, annesinin gözleridir. Sonra o gözlerin yerini toplumun, kültürün, dilin bakışı alır. Her biri çocuğa “sen busun” der; bir kimlik biçer. Peki ya o aynalar birbirine zıt şeyler söylüyorsa? Peki ya bir çocuk iki farklı dünyanın yansımasında kendini bulamıyorsa?

Avrupa’da doğan üçüncü ve dördüncü kuşak Avrupalı Türkiyelilerin hikâyesi tam da burada başlıyor: iki ülke, iki kültür, iki dil… ama bir türlü bütünleşmeyen bir kimlik. Türkiye’de “gurbetçi” diye anılıyorlar, Avrupa’da “Türkiyeli” Oysa bu iki kelimenin arasında koca bir boşluk var. “Gurbetçi” kelimesi, gurbetten gelen, gurbette kalan demektir — yani kelimenin içinde bile bir uzaklık, bir yabancılık taşır. Bizim dilimiz, farkında olmadan bu mesafeyi sürekli yeniden üretir. Oysa onlar kendilerini “Avrupalı Türkiyeli” olarak tanımlar; yani köklerini inkâr etmeden, yaşadıkları topraklarda var olmanın bir yolunu ararlar.

Hiçbir göçmen, kendi isteğiyle ülkesinden ayrılmaz. Çok nadirdir bunu yalnızca “daha iyi yaşamak” için yapanlar. 1900’lü yıllarda binlerce anne baba, Türkiye’de iş bulamadıkları, yaşamlarını sürdüremedikleri, gelecek kuramadıkları için Avrupa’ya gitti. “Bir süre çalışıp döneriz” diyerek yola çıkanların büyük bölümü, orada kaldı. Düzen kurdular, çocuk sahibi oldular, sonra torunlar geldi… Ve böylece üçüncü, dördüncü kuşak Avrupalı Türkiyeliler doğdu. Artık orada büyüyen, oranın okullarına giden ama kalplerinde hâlâ Türkiye’nin ezgilerini taşıyan bir nesil.

Hiç kimse doğduğu topraklardan ayrılmayı kolayca seçmez. Kendi dilini, kültürünü, alışkanlıklarını geride bırakmak bir tercih değil, çoğu zaman bir zorunluluktur. O yüzden Avrupa’nın ve aslında bütün dünyanın, göçmenlere “şanslı insanlar” gibi değil, “risk alabilen insanlar” olarak bakması gerekir. Çünkü bir insanın doğup büyüdüğü toprakları bırakması, en büyük cesaret biçimlerinden biridir. Dilini, kimliğini, kültürünü bilmediğin bir ülkede yeniden kök salmaya çalışmak — bu, sadece bir ekonomik göç değil, bir varoluş mücadelesidir.

Fakat bu cesaretin bedeli de ağır olur. Çünkü çoğu zaman insan, ne geldiği yere ait kalabilir ne gittiği yere. Yeni bir hayata tutunmaya çalışırken, kimliğinin bir parçası hep geride kalır. “Ait olmak” ile “kabul edilmek” arasındaki fark tam da burada belirir.

Lacan’ın “ayna evresi” kuramını hatırlayalım: İnsan kimliğini ötekinin bakışıyla kurar. Eğer o bakış çelişkiliyse, kimlik de bölünür. Avrupalı Türkiyeliler, her iki aynada da farklı bir yansıma görür. Avrupa’da onlara “yabancı” denir, Türkiye’de “artık bizden biri değilsin.” Her iki bakış da benliği yaralar. Adler’in söylediği gibi, aidiyet duygusu insanın varoluşundaki en temel ihtiyaçtır. Ait hissedemeyen birey, kendini tamamlayamaz. Bu eksiklik, zamanla bir aşağılık duygusuna dönüşür; kişi, nerede olursa olsun hep “eksik” hisseder.

Adler’in doğum sırası kuramı da bu arada kalmışlığı anlamamıza yardımcı olur. Ortanca çocuk, ne en büyük kadar güçlüdür ne de en küçük kadar özgür; iki uç arasında sıkışır. Avrupalı Türkiyeliler de tıpkı bu “ortanca çocuk” gibidir. Önceki kuşaklar var olma mücadelesi vermiştir, sonraki kuşaklar daha kolay uyum sağlar. Ama bu ortadakiler, geçmişle gelecek arasında kalır. Bir yanı kökleriyle bağlı, diğer yanı özgürlük arayışındadır. Ne geçmişi unutabilirler ne de bütünüyle yeni bir kültüre ait olabilirler.

Biz ise, kendi ülkemizde bile çoğu zaman sıkışmış hissediyoruz. Kendi benliğimizle barışamadan, “Türk’üm”, “Türkiye’liyim” demeye bile çekiniyoruz. Kendi kimliğimizle bu kadar çatışıyorken, neden Avrupa’dan gelenlere konuşma hakkı tanımıyoruz? Neden onların hikâyelerini dinlemek yerine susturmayı tercih ediyoruz? “Sen burada konuşma”, “Sen burada oy kullanma”, “Sen sadece para getir, para harca ve geri dön” bakışıyla yaklaşıyoruz. Onları ekonomik bir kaynak gibi görüp duygusal ve düşünsel varlıklarını yok sayıyoruz. Halbuki onlar sadece para değil, hafıza taşıyorlar; iki kültürün, iki dünyanın belleğini. Bunu fark etmiyoruz bile.

Bir yandan birden fazla dil bilen, yurtdışında okuyan, farklı kültürlerle tanışmış insanlara hayranlık duyuyoruz. Onları “vizyon sahibi”, “çok kültürlü” diye överken, aynı ülkelerde doğup büyüyen Avrupalı Türkiyelilere mesafeli davranıyoruz. Sanki orada doğmak bir eksiklikmiş gibi. Oysa onlar da en az bizim kadar çabalıyor; kimliklerini yeniden kurmak, aidiyetlerini onarmak için görünmez bir mücadele veriyorlar.

Kendimiz bu kadar kimlik arayışındayken, başkalarına kimlik biçmeye neden bu kadar hevesliyiz? Neden hem kimliksizlik veriyor hem de sonra “sen kim olduğunu bilmiyorsun” diyerek suçluyoruz? Bu, sadece bir toplumsal çelişki değil; bir tür kültürel şiddet. Çünkü birine kimlik vermemek, kimliğini elinden almak kadar acıtır.

Bugün Avrupa’da yaşayan binlerce Avrupalı Türkiyeli genç, iki pasaportla ama tek bir kimliksiz ruhla dolaşıyor. Ne tam Avrupa vatandaşı olabiliyorlar ne de tam Türkiyeli kalabiliyorlar. Onların hikâyesi, yalnızca göçün değil, modern dünyanın aidiyet krizinin sembolü. Çünkü insan, doğduğu toprakla büyüdüğü yer arasında değil; kabul gördüğü yerde var olur. Ve bu çocuklar, hâlâ o yeri bulamadılar.

Ama belki de bütün bu arayışın içinde bir çıkış noktası var: sevgi.

Sevgi, Adler’in de söylediği gibi, toplumsal ilginin ve aidiyetin en güçlü ifadesidir. Çünkü sevgi, kimliğin sınırlarını yumuşatır; bizden olmayanı da “bizim gibi” kılar. Bir çocuğun kimliğini inşa ederken gördüğü en iyileştirici şey, koşulsuz kabul ve sevgidir. Belki de o yüzden artık yeni bir dile, yeni bir bakışa, yeni bir sevme biçimine ihtiyacımız var.

“Gurbetçi” değil, “bizim çocuklarımız” diyebilmenin zamanı geldi. Çünkü kimlik, bir ülkenin çizdiği sınırlarla değil; bir toplumun birbirine nasıl baktığıyla şekillenir.

Ve belki de Avrupalı Türkiyeliler bize en insani şeyi hatırlatıyorlar: Kimlik, bir yer değil — bir kabul meselesidir.

Sevgi ve Saygılarımla

Psikolog Emek Öykü Kaya 

Bizimkiler Ama Bizden Değil
Yorum Yap

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Haberite.com ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!