Ülkemizde Kadın Çiftçilerin Görünmeyen Gücü
Üretimde Kadın Emeği
Türkiye tarımı, ülke ekonomisinin ve gıda güvenliğinin bel kemiğini oluşturuyor. Bu güçlü yapının ardında ise tarih boyunca çoğu zaman görünmeyen, üretimin her aşamasında yer alan ancak sistemin “öznesi” olamayan kadın çiftçiler bulunuyor. Bugün bile pek çok kadın üretici, emek verdiği toprağın sahibi olamıyor, sosyal güvenceden yoksun çalışıyor ve karar mekanizmalarının dışında kalıyor.
Üretimde Var, Mülkiyette Yok
Tablo, istatistiklerle daha da netleşiyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2024 verilerine göre, tarımsal istihdamda kadın oranı yaklaşık yüzde 25. Ancak bu kayıtlı veridir; kayıt dışı oranlar eklendiğinde kadınların tarımsal üretimin fiilen yarısından fazlasını sırtladığı görülmektedir.
Bu yoğun katılıma rağmen, kırsal nüfusun yarısını oluşturan kadınların yalnızca yüzde 15’i mülkiyet hakkına (tapuya) sahip. Bu durum, “üretimde ortak, mülkiyette yok” gerçeğini ortaya koyuyor.
Yaşlanan Sektörün Yükü de Kadınlarda
Türkiye’de tarımsal nüfus hızla yaşlanıyor; ortalama çiftçi yaşı 55’in üzerine çıkmış durumda. Bu demografik değişim, kadın çiftçileri daha da kritik bir konuma getiriyor. Genç kadın nüfusu, eğitim ve sosyal güvencesi olan işler için kentlere göç ederken, kırsalda kalan ve üretimi sürdüren nüfusun ağırlıklı bölümünü orta ve ileri yaştaki kadınlar oluşturuyor. Bu kadınlar hem azalan işgücünün açığını kapatmakta hem de geleneksel yöntemlerle de olsa gıda arzını sürdürmeye çalışmaktadır.
En Büyük Yara: Sosyal Güvencesizlik ve Kayıt Dışılık
Kadın çiftçilerin yaşadığı en temel sorunların başında sosyal güvence açığı gelmektedir. Sorunlar şu başlıklarda toplanmaktadır:
- “Ücretsiz Aile İşçisi” Statüsü: Kadın çiftçilerin ezici çoğunluğu, yasal olarak “ücretsiz aile işçisi” olarak sınıflandırılmaktadır. Bu statü, kadının emeğini “iş” olarak değil, aileye “yardım” olarak tanımlar. Tarımda kayıt dışı çalışma oranı genel olarak %80’leri aşarken, bu oran kadınlarda zirveye ulaşmaktadır.
- Gelecek Güvencesinin Yokluğu: Kendi adına Tarım Bağ-Kur’u gibi sosyal güvence sistemlerine dahil olamayan kadınlar ya primlerini ödemekte zorlanmakta ya da aile içinde “çalışan” olarak görülmedikleri için bu sisteme hiç kaydolamamaktadır. Bu durum, onları yalnızca eşlerinin sağlık güvencesine bağımlı kılmakla kalmıyor, aynı zamanda emeklilik, analık izni ve iş kazası sigortası gibi en temel gelecek güvencelerinden de mahrum bırakıyor.
- Mülkiyet ve Finansmana Erişim Engeli: Kredi, hibe ve teşvik programlarından yararlanabilmek için çoğu zaman tapulu arazi şartı aranıyor. Mülkiyet sahibi olmayan kadınlar, üretimlerini büyütmek için ihtiyaç duydukları finansmana erişemiyor.
- Eğitim ve Teknolojiye Uzaklık: Tarımsal danışmanlık ve yenilikçi uygulamalara erişimde kadınlar yeterince temsil edilmiyor. Dijital okuryazarlığın düşük olması, verimliliği artıracak modern tarım tekniklerinden uzak kalmalarına neden oluyor.
- Toplumsal Rollerin Yükü: Toplumsal cinsiyet rolleri, kadınların tarımsal karar süreçlerinde (örneğin ne ekileceği, neyin satılacağı) etkin rol almalarını engelliyor. Kırsalda ev işleri, çocuk ve yaşlı bakımı gibi sorumluluklar büyük ölçüde kadınların omzunda kalıyor ve bu da üretime tam katılımlarını zorlaştırıyor. Tarımsal kooperatiflerdeki kadın üye oranının yüzde 10’un altında kalması da bunun bir sonucudur.
Olumlu Adımlar ve Artan Destekler
Son yıllarda kamu politikalarında kadın çiftçilere yönelik olumlu adımlar dikkat çekiyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yürüttüğü “Kadın Çiftçiler Tarımsal Yayım Projesi” ile binlerce kadına eğitim verildi. IPARD ve TKDK (Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu) destekleri kapsamında kadın girişimcilere yüzde 70’e varan hibe imkânı sağlanıyor.
Kadın kooperatiflerinin sayısı 2024 itibarıyla 500’ü geçti. “Tarımsal Yenilikçi Kadınlar Yarışması” gibi projeler ise kadın girişimciliğini teşvik ediyor.
Ne Yapılmalı? Kapsamlı Bir Dönüşüm Şart
Kadınların tarımdaki potansiyelini tam anlamıyla ortaya çıkarabilmek için birkaç temel adım atılması gerekiyor:
- Sosyal Güvence Önceliği: “Ücretsiz aile işçisi” statüsü yasal olarak yeniden tanımlanmalı, kadınların üreten bireyler olarak sigorta sistemine katılımı için pozitif ayrımcılık (prim desteği vb.) sağlanmalıdır.
- Mülkiyet ve Miras: Kadınlara yönelik mülkiyet ve miras hukuku bilinci eğitimleri yaygınlaştırılmalı, tarım arazilerinin bölünmesini engellerken kadınların mülkiyet hakkını koruyan düzenlemeler yapılmalıdır.
- Finansmana Erişim: Mikro kredi ve hibe programları kadın odaklı hale getirilmeli, “tapu” şartı esnetilerek alternatif teminat (üretim sözleşmesi, kooperatif kefaleti vb.) modelleri geliştirilmelidir.
- Eğitim ve Dijitalleşme: Kadın çiftçilere özel dijital eğitim platformları ve mobil danışmanlık hizmetleri kurulmalıdır.
- Gençleri Teşvik: Özellikle genç kadın çiftçileri hedefleyen, teknoloji ve girişimciliği birleştiren özel teşvik mekanizmaları geliştirilmelidir.
- Sosyal Altyapı: Kırsalda kreş ve bakım evleri gibi sosyal altyapılar güçlendirilerek kadınların üzerindeki bakım yükü hafifletilmelidir.
- Temsiliyet: Kadınların kooperatif ve üretici birliklerinin yönetim kademelerinde yer alması için kotalar gibi destekleyici mekanizmalar düşünülmelidir.
Sonuç: Kadın Güçlenirse Tarım Güçlenir
Kadın çiftçiler, Türkiye’nin tarımsal geleceği, gıda egemenliği ve kırsal kalkınması için vazgeçilmez bir potansiyele sahip. Ancak bu potansiyelin hayata geçebilmesi, onların emeğini görünür kılan, haklarını yasal güvence altına alan ekonomik, sosyal ve kültürel engellerin kaldırılmasıyla mümkün.
Kadınların tarımdaki görünmeyen emeği görünür kılındığında, yalnızca üretim değil, kırsal yaşamın kalitesi ve toplumsal eşitlik de güçlenecek. Kadın güçlenirse tarım da ülke de güçlenir.
Saygılarımla
Nuri Levent ÜNVER
Ziraat Mühendisi

Yorumlar kapalı.